Türk futbol tarihinin en büyük başarısı olan UEFA kupasını futbolcular dahil kimse beklemiyordu. Bu muhteşem başarı, ülke çapında normal olarak çok büyük sevinçle karşılanıyordu. O günlerde hiç kimsenin öngöremeyeceği tatsızlıkların başlangıcının bu büyük başarı olması gerçekten çok üzücüdür.
Galatasaray'ın içini iyi bilen, sadece sonuçlara bakmayan insanlar bu reformu yıllardır bekliyorlardı. 3 senelik reform bu sene artık tamamlandı. Herkes artık biliyor ki busene olacak bir başarısızlık saha içinde olacak eksiklikler ve yanlışlıklar yüzünden olacak ve futbolcular ve tüm Galatasaraylılar bilecektir ki güç yaşta veya hiyerarşide değil en başta Rijkaard ve başkanda olacaktır.
UEFA kupası sonrası Faruk Süren ve yönetimi Türk futbolcuların çoğunun bu büyük başarıyı kaldıramayacağını anladıkları için önce Hakan Şükür'ü ve Arif Erdem'i, ondan sonraki senede Emre, Okan ve Hakan Ünsal'ı göndermeyi akıllarına koymuştu. Çünkü bu oyuncular ne kadar başarı getirselerde Kadıköyde'ki Fenerbahçe maçından önce Jardel'i tartaklayan, Lucescuyu dinlemeyen, başkanlar hakkında bile yorum yapan insanlardı. Basında yönetim tarafından çıkan "verdiğimiz parayı kabul etmiyolar" demeçleri taraftarı futbolcunun değil klübün yanına çekme politikasıydı. Bu futbolcuların istedikleri para verilmeyecekti, çünkü zaten bu kişiler gönderilmek isteniyordu. Ayrıca bu kişilerden hiçbiri Hasan Şaş gibi yönetim toplantısına girip boş mukaveleye imza atıcak kadar Galatasaray'lı da değillerdi. O günler için bu oyuncuların gitmesi büyük bir hata olarak gözüküyordu ama 2002'de doğru transferle gelen şampiyonluk bu isimleri tamamen unutturmuştu. Abilik düzeni yıkılmıştı. Ama bu kötü ruh Özhan Canaydın sayesinde küllerinden doğacaktı. Seçim kazanma hırsı ve baskısı Fatih Terim'i getirecek, Fatih Terimde ilk seneki başarısızlıkları Hakan Şükür ve Hakan Ünsal'ı geri çağırarak düzeltebileceğini zannedecekti. Bu futbolcuların babası sayılan Fatih Terim bile ilerleyen günlerde bu kişilerle yola devam edilmeyeceğini anlayıp kadro dışı bırakacaktı ama Özhan Canaydın'ın seçim hırsına kurban gidecekti.
Bu futbolcuların Galatasaray tarihinde ki yeri tartışılamaz, bu kişilerin futbolculukları da tartışılamaz ama bu kişiler kendilerini olduğundan yüksek yere koyunca hepsinin Galatasaray'a ikinci gelişleri hüsranla son bulmuştu. Çünkü bu sefer yanlarında Hagi, Popescu ve Taffarel yoktu. Ama bu kişiler Galatasaray'ın içinde o kadar kuvvetli kişilerdi ki ne başkanlar ne teknik direktörler bu insanlara birşey diyebiliyorlardı. Yani kısaca başta Hakan Şükür olmak üzere bu futbolcular Galatasaray'ın taşınmazları olmuştu. Bu düzene boyun eğen teknik direktör ve oyuncular olunca başarı geliyordu, teknik direktör biraz ses çıkarıp bazılarını yedeğe çekince herşey karışıyordu. Gerets ilk sene şampiyon olmuştu, ikinci sene taktik 4-5-1'e dönüp Hakan, Ümit ve Necati'den biri yedek kalınca bir sene öncenin şampiyon takımı sezonu kötü bir sonla bitiricekti. Gerets'e saldırılar sırf takım içinden olmayacaktı. Hakan Ünsal futbolu bırakmasına rağmen ekran başından bile abiliğe devam edip Gerets'le kavga edebiliyordu.
Bu abilik müessesi sadece UEFA kadrosunda olanları güçlendirmedi, ona bile razıydı çoğu kişi. Ama Ümit Karan, Necati gibi sonradan gelmelerinde bu furyaya katılmasıyla takım içindeki arkadaşlık iyice sekteye uğradı. Yabancı yıldızların çoğu ve biraz ses çıkartan Türkler bu takımdan yolcu oluyordu. Sabri bu furyaya ayak uydurmazsa takımda kalamayacağını anladığı için kendi yetenekleriyle değil abilere sırtını dayayarak bu takımda var olma yolunu seçmişti. Ayhan ve Emre Aşık gibiler takımda sözde abilik yapmadığı, yabancılarla araları iyi olduğu için isimleri "yabancı yalakasına" kadar çıkmıştı. Hasan Şaş inanılmaz derecede Galatasaraylı olmasa ve efsane kadroda yer almasaydı büyük ihtimalle o da ya gönderilecekti, ya da "yabancı yalakası" damgasını yiyecekti. Metin Oktay sonrası (hatta benim için) en büyük Galatasaray'lı olan efsane kaptan Bülent Korkmaz bile bu abilik derneğine girmediği için takım içinde Hakan Şükür ve güdümündekiler tarafından saygı duyulmasına rağmen sevilmiyordu. Zaten Fatih Akyel gibi Fenerbahçe'ye transfer olduktan sonra kavga etme fırsatı olan bir insan, bu fırsatı kaçırmıyordu.
Artık bu düzenin kesinlikle değişmesi gerekiyordu. Gözü kara, klüp içinde ismi olan, taraftarlarca sevilen birinin çıkıp bu işe son vermesi gerekiyordu. Bu isim başkanlığa geldiğinden beri çok eleştirdiğim Adnan Polat'tan başkası olamazdı. Hele bir de yanına Feldkamp gibi inatçı ve kaybedecek birşeyi olmayan bir insanı alınca reformun başlaması için ortam çok müsait hale gelmişti. Futbolcular dahil tüm camia tarafından sevilen Adnan Polat, başkanlığa gelir gelmez futbolcuları onore ediyordu. Hatta Hakan Şükür için"futbolu kendi istediği zaman bırakır, biz ona karışamayız" diyerek inanılmaz akıllı bir taktikle futbolcuları yanına çekmişti. Tabi bu futbolcular böyle hamleler sayesinde sonlarının geldiğinin farkında değillerdi. İlk olarak, Galatasaray formasıyla herhangi bir başarısı olmamasına rağmen, kendisini orgeneral zanneden, takım içinde kavga çıkaran Necati, forma numarası bahane gösterilerek kapının önüne kondu. Ama büyük bomba, şampiyon olunur olunmaz yılların Hakan Şükür'ü yollanması oldu. Bundan güzel bir zaman olamazdı. Taraftar zafer sarhoşluğundaydı ve direk Hakan Şükür gönderildi diye bir haber çıkmamıştı. Hakan Şükür'ün gitmesine rağmen takımda hala altyapısı ve abiliği hem kavga çıkartmak hemde takımdaki Almancıları Frame'e götürmek olan zanneden Ümit Karan duruyordu. Önce sezon içinde altyapı futbolcularıne "Florya'nın 4 kapısı var, girdikleri gibi çıkarlar" diyerek otoritenin kim olduğu gösterildi. Sonrasında da Ümit Karan ve Hasan Şaş gönderildi. Bu 3 senelik reformda bir tek, kabak başına patladı diyebileceğimiz insan Hasan Şaş'tır. Kendisi ne bir genç futbolcuyu tehdit etmiştir, ne de yabancı biriyle kavga etmiştir. Hatta Sasa İliç'in takım içindeki dil bilmemesine rağmen tek arkadaşı Hasan Şaş'tı. Ama yinede takımda 1996-2006 arasından hiç bir iz kalmamalıydı ki yeni güzel günlere yelken açılmalıydı. Kafalarda kalan tek soru soru Sabri Sarıoğlu'nun geleceğiydi. Benim tahminim bu çocuğun psikolojisini bozan etkenlerin artık takımdan gönderilmiş olması ve son bir şans daha verilmiş olmasıydı.
Bu sezon takım hem çok büyük bir isim hemde çok arkadaş canlısı bir insana, Frank Rijkaard'a emanet edildi. Takımda yaşça büyük insanlar olmasına rağmen kaptanlık Arda'ya verildi. Çünkü takımda bundan gocunacak, bu sorun edecek karakterde birileri kalmadı. Ayrıca önemli olan hiyerarşi değil, yönetimin kararı olduğu mesajı da verildi ileride küllenebilecek abilik sevdalılarına.
Galatasaray'ın içini iyi bilen, sadece sonuçlara bakmayan insanlar bu reformu yıllardır bekliyorlardı. 3 senelik reform bu sene artık tamamlandı. Herkes artık biliyor ki busene olacak bir başarısızlık saha içinde olacak eksiklikler ve yanlışlıklar yüzünden olacak ve futbolcular ve tüm Galatasaraylılar bilecektir ki güç yaşta veya hiyerarşide değil en başta Rijkaard ve başkanda olacaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder